4 Ekim 2010 Pazartesi

RAHAT HAT,KURUKAVUN VE GENELLEMELER



Bölücülük meselelerine kafa yorduğumuz,televizyonlarda tartıştığımız,gazetelerin manşetlerinde her sabah yitirenleri gördüğümüz ve ağıtlandığımız günlerdi.Bakanların başı daha ‘one minutes’ diyerek ülkemizi Davos’ta temsil etmemiş;belediyeler,ileride seçim olacağını ve Türkiye’nin yaşayanına hizmet için var olduğunu fark etmemişti.Şimdi seçim adayı olan tüm AKP’li politikacıların kafası dana mı,koyun mu kessek mevzuna kilitlenmişti.Tüm yurdu etkisi altına alan bayram sirkülasyonunun mağduriyetini trafiğe takılarak çeken vatandaşımız,acısını yol kenarlarında kurban keserek hafifletiyordu.Belki de bölücülük meselesini bir başka yorumlayan vatandaş,çözüme ilk olarak kurbanını bölerek yaklaşıyordu.O günlerde,neden ‘milletçe bir kafa’ olamadığımızın cevabını,milletçe kafamızın güzel olmasına bağlıyordum sayın okuyanım.
Tespitimin tarihçesine ufaktan değinmek isterim.Bayramlı bir cumartesi sabahı tatlı uykumdan telefonumun sesiyle uyandım.Güne merhabayı gavurcasından telefonun ucundaki şahsiyete ve artık kendi fantezim olduğuna inandığım telefon dinleyicilerine yönelttim.Babaannem şahsımı Ankara’ya,kendi bayram coşkusuna katılmaya davet ediyordu.Büyüğümü kırmayıp ertesi gece yola çıtım.Ulaşmak için kamilin Koç olduğu otobüs firmasının daha önce denemediğim rahat hattını tercih ettim ki,kendi içimde yolculuğumu bir deneysellikle süsleyebileyim.Rahat hattın özellikleri şunlar;Cep telefonu kullanabiliyorsunuz,Kablosuz internet mevcut,koltukları alıştığımız samimiyetten uzak, normalden büyük.Öyle ki yanınızdakini kafanızı doksan derece çevirmeden rahat göremiyorsunuz.N.Ş.A’da uzun yol otobüslerinde tercih ettiğim seyahat,yanımdakiyle muhabbet ederek seyir eyleme ve yanındakini olabildiğince tanıma şeklidir.Ancak başta da belirttiğim üzere koltuk büyük ayrıca sıcak,konforlu,kulaklıklı,televizyona sıfır… Anlayacağınız yol arkadaşlığını baltalayacak,arkadaşlık mevzusunun bahsini kesecek tüm şartlar mevcut.Ayrıca aranızda kocaman bir kolluk var ki,bu da soyutlanmaya bir etmen.Tüm bu şerait içerisinde,içinden gram muhabbet isteği gelmeyen kendim,bu noktada suçu ‘Rahat HAT’a atarak yolculuğuma rahatlıkla(!) devam etmiş bulundum.
Değineceğim ilk husus; “kısmen hususi yolculuklarımızda rahatlık artık bir soyutlanmaya,ilkelin aksine anti sosyalleşmeye bağlanılmak isteniyor?”sorusunun aklımda ilk defa rahat koltuğumda belirmesiydi.Rahatlıktan rahatsızlık duymamı sağlayan neden,rahatlığı algılayış biçimimizin beni rahatken etkilemiş olmasıydı.Anlaşılan yaşayamadan öğrenemeyen,ön göremeyen bir milletin çocuğuydum.
Milletin çiş yapıp,bir şeyler tıkınmasını,tiryakiyse sigara tellendirmesini isteyen şoförümüz otobüsümüzü mola istasyonuna park etti.Yolculuğumuzun ilk devresini bitirdiğimiz mola istasyonunda ikinci dank etme halimi yaşamış bulundum.Her şeyin iki katı pahalı olduğu,enflasyondan iki kat etkilenen,müşteriye dört kat hissettiren,işletmeyeyse kat kat rant sağlayan mola marketinde gezinmekteyken,her şeyin kurusunun olduğu,kuru meyve reyonuna rast geldim.Kurusu bilindik meyvelerin yanında (kayısı,elma,üzüm gibi) koca koca kurutulmuş,adeta bu kadarı da kurutulmaz dedirtecek bir meyve vardı: KAVUN! Hayatımda ilk defa koca bir meyvenin kurutulduğuna şahit olan,ikinci dumurunu bu noktada yaşayan ben,kafamızın güzelliğinin temellerini sezinledim.Ne yalan söyleyeyim Kapitalizmin bu denli acımasız olduğunu düşünmemiştim.
Saklamacı,tutumcu zihniyetin son kurbanı zavallı kavun meyvesi,maçta yedek kulübesine oturtulmuş ve buna alışık olmayan ilk on bir futbolcusu edasıyla duruyordu.(O ki rakı gibi babayiğit bir alkolün kankası,çekirdeğini özünde,ortasında saklayarak,yiyim esnasında bize karpuz gibi çekirdeklilik yapmayan,pazarda taşıyabileceğimizden şüphe etmeyerek poşete atıp eve götürdüğümüz,asil bir antioksidandır.)Ne var ki günümüzde hiç mi hiç ihtiyaç duyulmayan bir formdaydı ve pazarlamacı-kurutmacı zihniyetin kurbanı olmaktan kurtulamamıştı.Kendime kızdım sayın okuyanım ve acımasızca genelledim:
Acaba en son neye olduğu gibi değer verdik?
Acaba ilk kavgayı insanı kimliğinden soyutlamaya çalışarak mı başlattık?
Orada o şekilde olan ve mutlu olan şeyi;orada şu şekilde olması gerektiği için mi dışladık?
Acaba politik kirliliğimizi ,komşulukları ‘rahatlatarak’ ve çağımızda yaşına özlem duyduğumuz barışı ‘kurutarak’ mı temizlemeye çalıştık?
Akan kanlarımız kuruduğunda akla ilk gelen soru,acaba neden;kan lekesini hangisi daha iyi çıkartır sağdaki mi ,soldaki mi,zihniyetine döndü?
Biz nerede yanlış yaptık demeyeceğim sayın okuyanım.Acaba biz en son ne zaman doğru yaptık?

04 Ekim 2010