9 Ekim 2010 Cumartesi

Kuzguncuk Sabahı


Uzun süredir böylesine hafif uyanmamıştım güne.Bir akordeon melodisi duyuyordum.Hafifçe göz kapaklarımı araladım.Evin içinden gelmiyordu ses.Dışarı uzattım kulağımı.Ses şehrin kalbinden,sokaktan geliyordu.Zarif bir Fransız ezgisi çalıyordu üstat.Bu ana kadar hiç düşünmemiştim Fransızlığın bir semte bu denli yakışabileceğini.Kuzguncukta,kurşuni bir bahar sabahında,çok Fransız bir ezgiydi kulağıma çalınan.

Bir semti ötekilerden ayıran en önemli şey,iklimi,konumu,planı olmayabilir bu zamanda.Belki sade bir akordeon sesidir uyandıran.Belki türkücü bir dilenci ya da bilinmeyen bir tıkırtısıdır.

Kuzguncuktaki çok şairane uyanma anekdotumu bir kenara sallayıp.Provaya doğru yol alıyorum.Nedendir bilinmez,bir parçamı bu semtte bırakasım geliyor,bırakamıyorum. Hemen bu ferahlığı yitirme korkumu geride bırakıp evden çıkıyorum.Üstümü başımı giyip atıyorum kendimi sokağa.Akordeon sesi gelmiyor.Sadece bir boğaz uğultusu var şimdi,öylesine serin,öylesine metinim ki adam olasım geliyor.Arnavut kaldırımlı sokaklardan,cumbalı ahşap evlerin yanı sıra yürüyorum.Sanatçı olduğumu hissediyorum uzundur ilk defa,üretmem gerektiğini ama dedim ya hafif serin bir Kuzguncuk sabahındayım.

Evlerin ahşaplarına yağmur deymiş ahşabın o özel kokusu eşlik ediyor.Arnavut kaldırımları ıslak ve kaygan.Her şey yokuş aşağı gidiyor sanıyorum.Bir Kuzguncuk ferahlığıyla,İstanbul yokuşlarında,martılar dahi aşağıya gidiyor.Derken bu enfes yokuş bitiyor.Bir mahalle havasına bürünüyor semt.Yol boyunca butik dükkanlar,tekel bayileri,küçük kahvehaneler ve bu semte en çok yakışanı;pastaneler….Çünkü böyle semtlerde aşkların en safiyanesi yaşanır,insan böyle semtlerde liseli gezmek ister ve mahallede top oynamak.Derken bir dükkan takılıyor gözüme.Dükkanın alçak camının önündeki yükseltide kuru kedi mamaları,iki kap su.Dükkanın camekanını içine bakıyorum.Eski stereoskoplar,30-40 sene önceden kalan enjektörler,tansiyon saatleri ve pek çok müzelik tıp ekipmanı.Başımı kaldırıyorum.Tabelayı görür görmez kesinleşiyorum Dr. (...) Bu bir mahalle doktoru! İçeride yaşlı bir doktor önlüğüyle yanındaki genç asistanı kareli süveteriyle oturuyor.Yaşlı adam tüm ağırlığıyla mahalle berberi olmanın ağırlığı taşıyor.Üstündeki süveterden anladığım kadarıyla asistanı da bu ünvanı hak ediyor.Onun gerçek bir mahalle doktoru olduğunu,alışmış,dingin birkaç mahalle kedisinin kuru mama ve sudan nasiplerini almak için vitrine atlamalarından anlıyorum.Tekrar tekrar,garip bir kıvanç duyuyorum,bu mahalle doktorundan.

Onun çayı bizimkilerden tatlıdır,geç soğur.Yelkovanı,yavaş kovalar akrebini.Zamana dair ne varsa bizden ağır işler.Çünkü bir Kuzguncuk masalıdır onun yaşadığı.Hiç tanımadığım birine böylesine saygı duymamı ve yaptığı işi özümsememi sağlayan nedir?Basit bir Kuzguncuk sabahını paylaşmak mıdır?Akordeon sesi midir?Boğaz hışırtısı mı?Yoksa zamanın gerisinde kalmış bir Arnavut kaldırımlı sokak mı?Yağmurlu güne sıcacık yaklaşma hissim midir? Bilemiyorum ama kıskanıyorum,kuzguncukta yaşayan tüm formları.

11 Ekim 2010