24 Ağustos 2011 Çarşamba

Bazen...

Anıları alıp kaçmalı
Kimsenin bilmediği bir koyda
Çırılçıplak balık tutmalı...


Yemin aşktan
Misinan öpücükten
Oltan kalpten
Olmalı...

Anıları eline alıp
Oltayı denize salıp
Hayata anlam bulmalı...

Gün batımına kalıp
Tuttuğun ne varsa salıp
Denizi almalı...

24.08.2011

16 Ağustos 2011 Salı

Kime Yardım Ediyorsunuz?

Bugünlerde bütün bill-boardlarda yardım ilanları görüyoruz.Özellikle de Ramazana Ayında hareketlenen bu "Yardım Kumpanyası" sizi duygulandırıyor mu bilmiyorum ama beni düşündürüyor.
Bir takım sorularla dolan beynimin nadide sorularından bir demet sunayım size sayın okuyanım.

İlki;
Yılın on bir ayında aklımıza gelmeyen fakir vatandaşlarımız,afrikalı insan türdeşlerimiz sadece bir ay mı aklımıza geliyor?
İkincisi;
Afrikada açlıktan ölen türdeşlerimizin içine düşürüldüğü insanlık dışı durumun sorumluları hangi uluslar?
Üçüncüsü;
Tüm istanbulu kapsayan Bill-Board reklamlarının maliyetini hiç düşündünüz mü?
Dördüncüsü,
Zaten avrupa tarafından; işsizliğin arttığı,istihtamın düşük olduğu bir üçüncü dünya ülkesi gibi ekonomik açıdan "yardıma muhtaç" görünen ülkemizin vatandaşı "Yardıma muhtaç" değil mi?

Bu soruların hepsinin çok acıklı cevapları var.
Bu "gözde kumpanyanın" altında,

"Aman kendini zor duruumda görme Türkeyi vatandaşı,bak afrikalıya,içecek suyu yok!
Zaten gün boyu niyetlisin,susuzluğun ne demek olduğunu biliyorsun.Haydi bilmem ne yaz,şuraya yolla şu aldığın asgari ücretten 2 TL'ciği senden daha kötü durumda olanlara ver!"

Bilmem ne yardım kuruluşuları adına,milyonlarca dolarlar toplanıyor.
Bizim insanımızın inançlarıyla oynayıp belirli bankaların hesapları şişiriliyor.
Peki o yardım kuruluşlarının yönetim kurullarında kimlerin olduğundan haberiniz var mı?

"Bağış"  sıfatıyla alınan paranın tamamen vergisiz olduğunu biliyor musunuz?
Toplanan o paraların bankada durduğu sürece işletildiğinden,o kuruluşların yönetim kurullarına milyon dolarlar kazandırdığından haberiniz var mı?

Hiç tanımadığınız bir iklime sahip ve muhtemelen; hayatının boyunca hiç gidemeyeceğiniz,göremeyeceğiniz bir ülke olan Afrika'nın adını kullanarak,emekle kazandığınız paraları cebine indiren,adeta titan zincirleri kuran adamların şuanda Bahama Adalarında tatilde olduğunu biliyor musunuz?

Batılıların atalarının "Keşif" adını verdikleri,kanlı yolculuklarda "İlkel" gördükleri Afrikalıların her türlü kaynaklarını tüketip,onları yurtlarından ayrı köle olarak kullandıkları,diktatörler yaratarak iç karmaşaya sürüklediği zamanların mirası olan "yardıma muhtaç afrikalıların" sorumluluğu bütün insanlığın mıdır?Yoksa, yıllar önce yağmaladıklarıyla "İstihdam" içinde yaşayan batılının mı?

Eğer birine yardım eli uzatmak istiyorsanız, komşunuzdan başlayın,mahallenizde yaşayan yoksul'dan başlayın,apartmanınızda yaşayan ve okul harcını yatıramayan çocuğun harcını tamamlayarak başlayın,açlıktan ölen sokak çocuklarına sıcak aş vermekle başlayın.Belki o zaman geleceğimiz için bir şey yapmış oluruz.Belki o zaman geleceğimiz için,ülke olarak "İstihdam" sağlarız.
Belki o zaman, tarihi kendi çıkarlarına göre şekillendirmiş batılıların seviyesine gelir ve onların dünyaya borcunu paylaşırız.
Belki o zaman insanı duygularımızın törpülenmesine dur deriz ve gerçekleri fark ederiz.

12 Ağustos 2011 Cuma

Haydi Abbas Balık Tamam

Bugünlerde İstanbul pek ağlak oldu.Acayip serin geliyor nefesi.Nedendir bilmiyorum,bu aralar İstanbul bana geçmişimi hatırlatıyor.Ondan kaçmak için evime sığınıyorum.Gün batımlarını bekliyorum,sabaha karşıları bayılıyorum yatağa.Hani içinde bir takım hisler vardır ve adlandıramazsın,kimse anlayamaz,söylesen de kar etmez yani...Bende onlardan çok var.
Edebilik katma çabasıyla yazmak istemiyorum,bir günlük kıvamında,olduğu gibi raks etmek istiyorum duygularla ama gel gör ki sayın okuyanım,doğru kelimeleri bulamıyorum.İşte bütün bu yazma çabaları bir arayışın ürünüdür.Bu kendini ve hayatta ne anlam ifade ettiğini arayan insanın değil,hayatın onun için ne anlam ifade ettiğini anlatmanın bir yolunu arayan insanın çabasıdır.Ne var ki hayat arayanların değil,bulanlarındır.

Onunla ilk galata köprüsünde balık tutarken tanışmıştım.Kara kuru,esmer bir dayıydı.Saçları ağarmaya yüz tutmuş,bıyığı sigaradan sararmıştı.Sanki göz altı çukuruna bir karınca düşse Avanos Vadisinin o uçsuzluğunu görecekti.Karınca,yaşlanmaya yüz tutmuş bu balıkçı sayesinde manzaranın insan evladına verdiği hissiyatı kavrayacaktı.
Öğleden sonra üç sularında köprüde konuşlandım.Çaparimi bağlayıp saldım denize.İstanbul rüzgarı yüzümden makas aldı,utandım.Derken bir sesle irkildim:

-Abaaas!

Bir anlık bocalamanın ardından,dayının çevik ,havaya balık atma hareketine tanık oldum.Tuttuğu küçük balığı havaya atmasıyla,gri martının pike yapıp balığı kapması bir oldu.Dayı bir kahkaha patlattı:

-Ulan abbas!

Dayının bu manevrası acayip duygusal yazar tribine girmiş beni yumuşattı.Martıya baktım,bir sokak lambasının üstünde dayının bir sonraki yemine hazır halde beklemeye koyuldu.Martı sanki bana, "Neyin tribindesin,balığını tut sen!" ,der gibi baktı.Derken dayımız yeniden celallendi ve daha yüksek bir sesle bağırarak abbasa küçük balık attı.Dayının her Abbas deyişinde bütün köprü sempatiyle dayının bu şovunu izliyordu.Dayı çaparisini yemlerken benimle konuşmaya başladı:

-Nasıl Abbas?Hiç merak etme,bu gece rahat uyuyacak!
-Neden?
-Küçük balıkları ona atıyorum temizleyince bir şey kalmıyor.
-Baya baya besliyorsun yani martıyı.
-Martı değil o,Abbas!

Dayının bu çıkışına bıyık altından gülerken gözüme balık kovası takıldı:

-Dayı balıkların hepsi neden temizlenmiş?
-Hanım kızıyor,uğraştırma beni diyor balık temizlemekle bende tuttuktan sonra temizliyorum zaar.

Nedendir bilmiyorum dayının bu cümlesi içimi burktu.Böyle bir şey de vardı İstanbul'da...Eve akşam 3 kilo balığı tutup,temizleyip,pişirilmeye hazır halde karısına sunan bir dayı vardı.Şimdi o dayı,benim hemen yanımda Abbas adını verdiği martıya temizleyemediği küçük balıkları lütuf ediyordu.İşte o an,yanımda yüzünü televizyondan hatırladığım bir ünlüyü görür gibi oldum.Heyecanlandım,Galata Köprüsünde,balık tutarken,bir dayının yanında.Hemen muhabbete koyuldum:

-Neden Abbas?
-Şindi yeğenim,benim bir arkadaşla geçende balığa geldik.Ben dolu çekiyom o boş çekiyo,ben dolu o boş.Üstümüzde de aha bu martı.Ben de küçük balığı martıya atarken Abbas diye bağırdım.Arkadaşın adı Abbas olduğundan zaar,bana şöle bir bakışı var ki...Abbas dedim, aha şu martı bile balık tutuyo sen hala boşa sallıyon.O gün bugündür adı Abbas.
-Aradaşının adı yani normalde.

Dayı yüksek bir perdeden bağırdı:

-Abbaaaaaaaas!Bak yine tuttu,bizim Abbas hala tutamadı.Heheh.

Dayının gülüşü köprüde yankılandı.Bense yeni bir hikayeye tanık olma heyecanıyla ev yoluna vurdum kendimi; Elimde yarım kilo mezgit ve dimağımda artık tanışık olduğum bir martının görüntüsü...

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Ayaküstü Lirik (ŞİİR)

Ne zaman gitsen
Yağmur değer bir yerlerime
Tüm zıtlıklar seni hatırlatır
Kimsenin derdini çekemem
Bakkala her girdiğimde sigara almak isterim
Alamam.

Ne zaman gittiğini anlasam,
Vakit daralır
Zamansız pişmanlıkları
Anlamsız acılar
Devralır.

Şimdi gitsen,
Koca şehirde
Kokun kalır
Sahillerde yalnız yürüyemem
Kokun yüzüme çalınır.

Git sen...
Sesinden yastığıma biriktirdim zaten
Bakışların tavanımda asılı kalmış
Duvarda parmak izin
Kokun şehre sinmiş
Sırtım hep sivilce...

Hep böyle olur,
Biri gider
Biri kalır
Aslolan
Gidenden geriye kalandır
Hayat zamansızdır
Ayaküstü şiirler
Böyle lirik zamansızlıklarda yazılır.

01.08.2011

2 Ağustos 2011 Salı

Ekmek Martının Ağzında (Öykü)

Belirli belirsiz anlarda zamanın durduğunu hissederim.Böyle anlarda hangi vapura binsem,şehirler arası yolculuk kokusu çalınır yüzüme.Her vapur limanından şehri terk edesiye uzaklaşır bindiğim vapurlar.Şairleşip,taklitçi yazarlar gibi devrik cümleler kurmak isterim,kurarım da.Susmak isterim,susarım.Dolma kalemle hırpalarım kağıtları.

Ne yapsam olmayacak.Hep griye çalar bizim boğaz.Sanki vapurun seyrindeki her martı,'gitme' diye çığlık atar.Attığımız simidi havada kapan bu martılar,bize müthiş bir hayat dersi verirler.Eskiler, "Ekmek aslanın ağzında!" derlerdi.Artık iklim İstanbulu gösteriyor.Ekmek en çok martılara yakışıyor: Ekmek martının ağzında. Dedimse boşuna demedim ey benim sayın okuyanım!Dinle hikayenin gerisini.

20'li yaşlarda kare gözlüklü,İbrahim Sadri tavırlı ve kesinlikle boğazlı kazağa bürünmüş bu gencin adı Muharrem idi.Vapurun kıç demirine yaslanmış bir yandan gri İstanbul boğazını seyrediyor arada da çayından şık yudumlar alıyordu.Buraya kadar gayet olası profil çizimini,koltuk altındaki Trabzon ekmeği sendeletiyordu.Ona başka bir boyut katıyor,bana sınır ötesi hareket yapma arzusu veriyordu.Koltuk altındaki kocaman Trabzon ekmeğinden koparıyor,gözüne kestirdiği martıya fırlatıyordu.Martı ekmeği kapar kapmaz irtifa kaybediyor,dalgaların üstünde horon tepmek istiyor,tepemiyordu.Bir martı arkadaşlarından ayrı vapurun tepesinden kuş bakışı süzüyordu ekmek vakasını.İstanbul limanlarında sürten,Sait Faik’i görmüş yaşı 70'e yakın bir martıydı…

Atma be! dedi Muharrem yazara.Çayından şık bir yudum daha aldı.Denizin griliğine daldı.Martı da ele avuca sığmaz bir hınzırlık vardı.Her gülüşmede o da gözleriyle gülüyor,kısık naralar atıyordu.Boğaz sessizdi,boğaz sensizdi.Sen sade okumayı seçtin çünkü.Sade okuyorsun şuanda.Oysa hayatta daha yapmadığın onlarca şey var.Yatmadığın insanlar,sevmediğin tatlı adlarını art arda söylemek,düşünmediğin kuş türlerini saymak...
Nasıl ki konu kaygısı çekmeden yazıyorsam yazımı,insanda yaşam sıkıntısı çekmeden yaşamalı artık.Gayri ekmek martının ağzında!

25.10.2010