30 Eylül 2010 Perşembe

Çok pis yazdım


Çok pis yazasım geldi okuyanım,çok pis! Daha öncede gelmişti ve yazmıştım,ama bu kez hakikaten yazasım var.Sadece bir şeyler değil,bir şeylere de yazasım var.Sen şimdi beni su götürmez bir sapık sanıyorsundur okur.Hayır,su’ya bile yazasım var bilesin,o denli yani....Japonlar resim çizerlermiş ya suya,aynen o şekil,sonuçsuz yazasım var.Yalnız boşu boşuna değil.Lütfen!Hiç olmazsa birkaç bir şey yazarım,içimi rahatlatır,kendimi yazar gibi hisseder ve elimde sigara,yanımda sade kahve,kucağımda da bir siyam kedisiyle bakarım,penceremdeki boşluğa.Belki biri görür diye bu yazar tribimi,sigara olan elimi de alnıma dayarım usul usul.Ne yapayım,yalnızım bu aralar.Sevgili sahibi de değilim.Zaten elimdeki mevcut sevgililere de sahip çıkamamışken,pek de bir sevgiliye sahip olmak istemiyorum.İstiyorum ki bir şeyler bana sahip olsun,ben de yazar tribimle ve artis tavrımla takılayım köşede.Bir de bu aralar sahipsiz bir köpek görürseniz bana gelin,aman köpeği getirmeyin,sade siz gelin.Anlayın ,işte dedim ya yalnızım.Birlikte çay içeriz,comadore 64’ten bahsederiz.Dünyada güzel olan diğer şeylerden söz ederiz,bir müddet de delicesine seviniriz.Akşama doğru birkaç bira içeriz.Güneşin kırmıza çaldığı an bir Sait Faik öyküsü okuruz; bir müddet başka öykü okumamaya ve yazmamaya karar verir,ustaya tarifsiz bir saygı duyarız.Dışarda ki istanbulu gözümüzde büyütür; görmediğimiz limanlarına,bilmediğimiz simitçilerine hasret duyarız.Olmaz mı?Belki olur.
Hem burada akşamüstleri bir başka.Güneş evimin dibinde batıyor.Güneşin doğduğu yerden uzak,battığı her batıdayım ama dedim ya yazar tribime tam gaz devam ediyorum.Pardon okurum,tribim geldi kahve koymaya içeri kaçıyorum.Bir ara görüşürüz.

30 Eylül 2010

Bana kelek,sana melek...

Metrobüsün camında buğ olsa silmem gerek…
Gündoğumunu dibine kadar seninle doldurmam gerek…
Yalnız gecelerimde saçına serpeceğim gündoğumundan yanımda bulundurmam gerek…
Şu güzelliğin ardındaki barok fikirleri bulup çatır çatır öldürmem gerek…
Metrobüsteki ilah ;arka beşlinin senle silindiğini,arkanın yalnız sana layık olduğunu,senin tahtın olduğunu bilmen gerek…
Siyah saçlarının yansımasını,evrenin iyiliği adına o Buğdan silmem gerek…
Tüm yaratılarıma bir miktar sen gerek…
Yüzünün hürmetine insanlığımdan utanmam gerek…
Bakışlarımdaki rahatsız ediciliği silmem gerek…
Birilerinin sana böyle özgürce,böyle gündelik bakma lüksünü,birilerinin alması,kısıtlaması gerek…
Ayakta duran metrobüs tebasının dünyanın sensiz bir hiç olduğunu, “zamanın bu noktasında insanlığın sen olduğunu…” anlaması gerek…
Şoförün Mp3 çalarının liste başı türü olan arabesk camiasının şarkılarında bahsettiği acının,sana kavuşamama acısı olduğunu idrak etmesi gerek…
Dünyada tüm renklerinle,bir ressam elinden çıkmışçasına,bir metrobüs arkasının beşlisinde,ait olmadığın tebanın yanında bir mısırlı güzel,bir hükmedici,bir toprak makamıyla,yalnızca bize metrobüsün arkasındaki beşliden biri olarak görünmenden,bizim seni öyle görmemizden,dünyanın utanması gerek…

Hilafeti bana kalan sana tapınma dininin,sen yokuşu olan bana ne gerek bilmem ama senin beni bilmemen gerekliliğini bu denli kabul etmiş olma durumumu bedenimden söküp atmam gerek…
Son durağa geldik isimsiz melek,artık inmen gerek…

30 Eylül 2010