Eskiden bana kalbinden temiz sayfalar ayıran arkadaşlarım
varmış. Herhalde en hijyenik ve saf organın kalp olduğunu düşünüyormuşuz o
zamanlar. Sonra anladık ki insanın mayası bozuk, herkes bir çirkin gözükmeye
başlamış gözümüze. O sayfalar da o kadar temiz değilmiş zaten. Ya da temizmiş de,
biz kirletmişiz yazılarımızla. Kendimize bile kokar olmuşuz zamanla. Bir de ne
görelim, bakteriye tahammülü olmayan sıvı sabunlarla, mentollü şampuanlarla ve
bol organik keseyle hijyenizmi yaşar olmuşuz. İçimizi temizleyemeyişimiz
dışımıza vurmuş ve çok çitileyip sündürmüşüz derileri. Biz büyümüşüz ve
kirlenmemiş dünya, biz kirlenmişiz ve dünya apak. Kendimizi dünya ilan etmişiz.
Kendi dünyamızda falan kaybolmamışız, kendi dünyamızı yaratamamışız, hep başkalarının
dünyasında gezinmeye zorlanmışız. Başlarının hayatlarını taslak alıp, iki çizik
de biz atıp, kendi hayatımızı yarattığımızı sanmışız. Sanmışız da ne olmuş?
Bişey olmamış. Mesele de bu. Büyüyünce bir şey olacak sanmışız. Çünkü öyle vaat
edilmiş: “Büyüyünce öğrenirsin yavrum, büyüyünce anlarsın…” Oysa alttan alta
taşak geçmişle çocukluğumuzla, hep büyümeye özendirip, küçüklüğü
yaşatamamışlar. Büyüklüğün bir bok olmadığını anlayınca da küçülmek istemişiz.
Bu sefer de çocuksulukla suçlamışlar. Kimisi de herkese inat içindeki çocuğu
arar olmuş. Anlamış ki içindeki çocuk delik deşik, travması olmuş. Bir polyannalık
sarmış içini, gerçeğin tüm çirkinliğinden kaçıp şair olmuş. Muş, miş, möş, müş…
Bu konu hakkında söyleyeceklerim bunlarmış.